Türkiye demografisinin temel özellikleri nelerdir?

Bu haber analizimizde Türkiye demografisinin temel özelliklerini açıklayarak tartışmaya çalışacağız.

KEMAL ERDOĞAN
(AKAJANS) - Bu haber analizimizde Türkiye demografisinin temel özelliklerini, bir başka ifadeyle Türkiye'nin nüfus yapısının temel özelliklerini açıklayarak tartışmaya çalışacağız. 

Osmanlı'daki “çok milletli ve kültürlü yapı” kısmen de olsa Cumhuriyet’e miras kalmıştır. Azınlıklar Türk vatandaşı addedilerek kozmopolit bir nüfus düzeni kurulmuştur. Osmanlı’nın çöküş sürecinde toprak ve savaşlardaki can kayıpları; nüfusun yapısını, niteliğini ve artış hızını menfi etkilemiştir. Bu nedenle Cumhuriyet; demografideki olumsuz tabloyu düzeltmek için seferberlik ilan etmiştir.

Nüfus artırıcı-azaltıcı politikaları ve bunun nedenlerini üç dönemde inceleyebiliriz. Cumhuriyetin kuruluşundan planlı ekonomiye geçilen 1960’lara kadarki dönemde nüfus artırıcı politikalar izlenmiştir. Birçok devlet gibi Türkiye de sağlık hizmetlerini geliştirerek ölümleri azaltıp doğumu kolaylaştırmayı; sadece ve sadece nüfusu artırma politikasının bir aracı olarak görmüyordu. Çünkü nüfusun büyüklüğü, 2 açıdan güçlü devlet olmanın nişanesiydi: Birincisi nicelik (ekonomik, siyasi ve askeri). İkincisi de nitelik (nüfusun kalifiye hale getirilmesi).

Nitekim Atatürk nüfus artışını hep gündem de tutup “büyük millet olmanın gereği” görmüş; nüfusun niceliğinin yanı sıra niteliğine de ehemmiyet vermiştir. Memurlara çocuk zammı ile 6 çocuklu ailelere ikramiye ve madalya verilmiş, düşük yapmak suç olarak düzenlenmiş; 1936'da TCK’ye “ırkın devamlılığını ve sağlığını tehlikeye düşürmek” suçu konulmuştur. Bu dönemde Balkanlar'dan ve Kafkasya'dan Anadolu'ya göçler, Batı Trakya’dan “Mübadele” yoluyla gelenler, 1939'da Hatay'ın ana vatana katılması da nüfus artışına katkı yapmıştır. Sonuçta 1920-1960 dönemindeki politikalar başarılı olmuş; nüfus 2 kat artarak 13’ten 28 milyona çıkmıştır.

İkinci dönem ise DPT’nin kurulduğu planlı yıllara geçişle 1960'lardan başlayarak 2000'ler arasını kapsar. Bu dilimde, öncekinin aksine bu kez nüfusun azaltılması öncelikli politika olmuştur. 1963-67’de nüfusun artması ve kentlere insan akımıyla  sanayileşmeye hız verilmesi planlanmıştır. İşgücü ve sermaye seferberliğinin ile sanayileşme hamlesinin karma ekonomik düzenle gerçekleştirilmesi gereği ve bunun da mevcut toplumsal yapıda bir temel tercih olmasına odaklanılmıştır. Hızlı nüfus artışının ekonomik gelişmeye mani olduğu düşünülerek 1968-72 yıllarında ise “nüfus planlaması” yerine “aile planlaması” kavramı ortaya atılmıştır. Aksi çabalara karşın istatistikler 1965-75’te yoğun bir nüfus artışı yaşandığını ortaya koymaktadır. 1960’lardaki nüfus artışı; tarımdaki makineleşmenin etkisiyle kırsaldan kente yoğun göç olmasına karşın tarımdaki insan unsuruna duyulan ihtiyaçla izah edilir.

Üçüncü Kalkınma Planı’nda (1973-77) ise 1970’te nüfusun 35,6 milyonu bulduğu, 0-14 yaş diliminde nüfusun toplamdaki yüzde 40’a ulaşan yüksek payının ve ülkedeki dengesiz dağılımının sosyoekonomik gelişmeyi 2 açıdan etkilediği vurgulanmıştır; doğumlar azalsa da bunun müreffeh memleketler ile kıyaslandığında anlamlı bir miktar olmadığı, aile-sağlık hizmetleri planlamasının birlikte yürütülmesi gereği kayda geçirilmiştir.1979-83 döneminde doğurganlıktaki kısmi düşüşe dikkat çekilirken 1985-89 döneminde de refah artışına koşut olarak nüfus artış hızının düştüğü vurgulanarak ana-çocuk sağlığı ve doğum kontrolü konusunda yeterli teşkilatlanmaya gidilmesi benimsenmiştir.

1996-2000 planında demografik yönden yapısal değişim kaydedilmekle birlikte bölgeler arası farklılıkların sürdüğü bildirilmiştir. 1985-2007 yıllarında ise nüfus artış hızı hep düşmüştür. Bu dönemdeki nüfus artışını sınırlayıcı politikalara rağmen 1960’lara göre nüfus 2 kattan daha fazla artarak 2000 yılında 68 milyona yaklaşsa da 1990’lara gelindiğinde hızın baskılandığı görülmüştür. 1940-45 döneminden sonraki nüfus artış hızında en yüksek düşüş 1975-80’de kaydedilmiştir. Bu hız, 1980-85’te artış, 1985’ten 2000’li yıllara değin de düşüşe geçmiştir. Şehir hayatında çocuğun yüksek maliyeti, kadınların işgücüne katılımının, evlenme yaşının ve eğitim düzeyinin artması nüfus artış hızının düşmesindeki temel faktörler olmuştur.

2007’de başlayan üçüncü dönemde ise 40 yıllık politikalar gözden geçirilerek tekrar nüfus artış politikasına dönülmüştür. Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda, demografik göstergelerdeki iyileşmelerin ve uzun vadede süreceği beklentisiyle Türkiye’nin nüfus yapısının gelişmiş ülkelerdekine nispeten benzemeye başladığı belirtilmektedir. Nüfusun yaş yapısında da önemli değişimlerin beklendiği ve 2005’ten itibaren oransal ve rakamsal olarak düşmeye başlayan 0-14 yaş grubu nüfusun bu eğiliminin uzun vadede devam edeceği, çalışma çağı ve yaşlı nüfusun oran ve sayısının ise sürekli olarak arttığı vurgulanmıştır.

Bu dönemde nüfusun artırılması gereği bizzat Başbakan ve Cumhurbaşkanı düzeyinde sık sık vurgulanagelmiş, Erdoğan katıldığı hep “En az 3 çocuk yapılması” çağrısında bulunmuştur. 2014-18 döneminde doğurganlık hızının dereceli artırılması gereğinin yanı sıra tedbir alınmaması durumunda 2038’den itibaren çalışabilir nüfusun 2050 sonrası ise toplam nüfusun azalmaya başlayacağı vurgulanarak doğurganlık hızının yükseltilmesi ve yaşlanan nüfusa ilişkin etkin politikaların geliştirilmesi gereği kayda geçirilmiştir. Türkiye 2002’deki 66,4 milyon düzeyinden 2019’da 83,2 milyona ulaşmış genç nüfusa sahip bir ülkedir ve yapılan projeksiyonlara göre demografik geçiş sürecinin son aşamasındadır. Bilhassa  AB ülkelerinin nüfusunun yaşlanma sürecine girdiği nazara verildiğinde Türkiye'nin şu anki nüfusu küresel dinamikler açısından ehemmiyet taşımaktadır.

Türkiye demografisinden bahsederken göçmen akınına da değinmek gerekir. 1991’deki 1. Körfez Harekatı akabinde son 50 yılın en büyük insan göçünün merkezi Türkiye olmuş, 1,5 milyon Iraklı ülkemize sığınmıştır. 1989’da Bulgaristan’ın asimilasyon politikasından kaçan 350 bin Türk, ana vatana sığınmıştır. SSCB’nin dağılmasıyla 1991 sonrasında bu coğrafyadan on binlerce kişi ülkemize akın etmiştir. Ayrıca Romanya başta olmak üzere birçok Balkan ülkesinden Türkiye’ye yoğun göç yaşanmıştır. Son yüzyıla damgasını vuran en büyük göç dalgasının hedefi yine Türkiye olmuş; 2011’de başlayan Suriye İç Savaşı sonrası 3,5 milyon mülteciyi barındırır hale gelmişizdir. Göçmenler tarafından Asya ve Afrika’dan özellikle Avrupa’ya bir transit geçiş ülkesi olarak kullanılan Türkiye, hiç hesapta olmayan bir olguyla da yüzleşince Türkiye Göç İdaresi’ni kurarak sağlıklı politikalar üretmek için seferber olmuştur. 2016’da AB-Türkiye Sığınmacı Mutabakatı yapılmış, kabaca “Göçmenleri Avrupa’dan uzak tutması” karşılığı Türkiye’ye iki parça halinde 3’er milyar avro vaat edilmiştir, bu husus AB liderleri ile Türkiye arasında sık sık tartışma ve gerilim konusu olagelmiştir.

Bakmadan Geçme