• Haberler
  • Gündem
  • CHP lideri Kılıçdaroğlu: Neron Roma'yı yaktı, Erdoğan da Türkiye'yi yakıyor

CHP lideri Kılıçdaroğlu: Neron Roma'yı yaktı, Erdoğan da Türkiye'yi yakıyor

Kemal Kılıçdaroğlu, 'Çürüme nerede? Açık ve net söylüyorum: Çürüme sarayda. Neron Roma'yı yaktı, Erdoğan da Türkiye'yi yakıyor!' dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşmada, hükümetin ekonomik ve siyasi politikaları ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı hedef aldı.

Kılıçdaroğlu, "Çürüme nerede? Açık ve net söylüyorum: Çürüme sarayda. Neron Roma'yı yaktı, Erdoğan da Türkiye'yi yakıyor!" mesajı verdi.

 

Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP TBMM Grup Toplantısı'ndaki konuşmasının tam metni:

"Dünya kadar sorunumuz var ama bu sorunlar sadece bugüne özgü değil. Tarihimize baktığınızda o tarihlerde de ciddi sorunlar vardı. Ama o sorunlar akılla, bilgiyle, birikimle ve güçlü bir iradeyle yenildi. O sorunlardan birisi de Osmanlı'nın yıkılışı ve yıkılan bir imparatorluktan genç bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin çıkmasıydı ve bu genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti Lozan'da bütün egemen güçlere karşı mücadelesini verdi, büyük bir başarının altına imza attı, Türkiye'nin bağımsızlığını bütün dünyaya duyurdu ve onaylattı.

Dolayısıyla biz Lozan'ın 100'üncü yılında bu büyük başarıya imza atan ve aramızda olmayan bütün kahramanlara, devletin bütün yöneticilerine, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü olmak üzere hepsine şükran borçluyuz, onlar bir tarih yazdılar. Ama kulaklarımıza küpe olsun diye rahmetli İsmet İnönü'nün 15 Ekim 1973'te TRT'de Nazmi Kal ile yaptığı bir söyleşi var. Orada rahmetli İnönü'nün anlattığı bir öykü var. "Batılılar Lozan'ı istemeye istemeye kabul etti" diyor. Doğrudur, emperyal güçler Osmanlı'yı parçalamak ve yemek istiyorlardı. “Lozan'da İngiliz delegesi Lord Curzon ve Amerikan delegesi oturuyorduk. İngiliz delegesi Lord Curzon: ‘Lozan'dan memnun ayrılmıyoruz, hiçbir dediğimizi yaptırmadık. Harap bir memleket alıyorsunuz. Bunu imar etmeyecek misiniz? Neyle, nasıl yapacaksınız? Para bir bunda var -Amerikan delegesini işaret etti- bir de bende var. Geleceksiniz, para isteyeceksiniz, diz çökeceksiniz. Reddettiklerinizin hepsini cebimden çıkarıp size göstereceğim’ dedi. Bunu hiçbir zaman unutmam" diyor Rahmetli İsmet İnönü ve unutmadı. İktidarı muhalefete devrettiği zaman da Merkez Bankası'nın kasasında 122 ton altın vardı.

Dolayısıyla aradan 100 yıl geçmesine karşın bugün devleti yönetenlerin kapı kapı gezip para dilendikleri bir ortamı yaşıyoruz. Yüzyıl önce hangi mücadeleyi verdik, yüzyıl sonra hangi noktadayız? Bunu bizi dinleyen bütün vatandaşlarımın unutmaması gereken bir gerçek olduğunu bilmelerini isterim.

24 Temmuz aynı zamanda Basın Bayramı. Değerli arkadaşlarım, basında sansürün kaldırılışının 115’inci yıldönümüydü dün. Hapishanelerimizde gazeteciler var. Merdan Yanardağ şu anda hapiste; üstelik tutuklu, yani mahkûm değil. Medya üzerindeki baskıları görüyoruz, bunları yaşıyoruz. Dünyada basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke arasında 165'inci sıradayız. Bu ayıp bile hangi noktada olduğumuzu gösteriyor.

Adliyelerde haber takibi yapanlar var. Bu yılın ilk 7 ayında o haber takibini yapan gazetecilerin tam 364 kez hâkim karşısına çıktığını da bilmenizi isterim. Haber takibi yapan, tekrar hâkim karşısına çıkıyor sorgulanmak üzere. Bütün engellemeler var, bu arada doğru haberlerin de engellendiğini biliyoruz ama medyada bir özgürlüğün olmadığını da hepimizin bir şekliyle günlük yaşamımızda da olsa görüyoruz ve yaşıyoruz.

Akbelen'de kadınlar direniyor, köylü kadınlar dileniyor. Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan Akbelen'de direnen, ormanı için, ağacı için, kurdu için, kuşu için, çiçeği için direnen o kadınlara buradan güzel bir alkış gönderelim lütfen. 2 yıldır mücadele ediyorlar. Dün güvenlik güçleri TOMA'larla engellemek istedi. Ya neyi engelliyorsunuz? Ağacı korumak suç mu? Doğayı korumak suç mu? Onlar kendileri için değil, o coğrafyada yetişen evlatları için mücadele ediyorlar. Dolayısıyla onların mücadelesi toplumun her kesimine örnek olsun diyelim.

Değerli arkadaşlarım; Dimitry Orlov'un güzel bir Toplumların Çöküşü Teorisi vardır, şöyledir: "Toplumların çöküşü beş ana aşamada meydana gelir" der. Birinci aşama finansal çöküştür. Yani kurumlar borçlarını ödeyemez noktaya gelirse bir finansal çöküş ile karşı karşıya kalırsınız. "İkincisi ticari çöküştür" der. Yani yerli para değerini kaybeder, paradan kaçış başlar ve yatırımcı önünü göremez. Dolayısıyla ticari çöküş gündeme gelir. Üçüncüsü politik çöküşler; hükümet meşruiyetini ahlaki ve siyasi olarak ve yönetim kabiliyetini kaybeder. Evet, ahlaki ve siyasi açıdan sorgulanan bir hükümet var. Zaten liyakat denen bir olay da Türkiye'de söz konusu değildir. Dördüncü çöküş, sosyal çöküş; "aile yapısının kökten sarsılması, boşanmaların artması, işsizliğin artması, uyuşturucu bataklığına o ülkenin sürüklenmesi, rüşvetin adeta meşrulaştırılması, intihar vakalarının artması sosyal çöküşün habercisidir" diyor. Beşincisi kültürel çöküş; ahlaki değerlerin temelden sarsılması, adalet duygusunun giderek zayıflaması, devleti soyanların itibarlı hale gelmesi, savurganlığın saygınlık olarak algılanması. Bunlar da kültürel çöküşün ana parametreleridir değerli arkadaşlarım. Toplumların çöküşünde Orlov bunları anlatıyor.

Kısaca fazla zamanınızı almadan Türkiye'den örnekler vermek isterim: Haziran ayında 219 milyar lira bütçe açık verdi. Yani para yok ama harcıyorsunuz, 219 milyar liralık bir açık veriyorsunuz haziran ayında.

Hazine'nin ödeyeceği kısa vadeli borç, vadesine 1 yıldan kısa süre kalan dış borç 207 milyar dolar. Tam bir rekor... Vadesine 1 yıl var, para ödenecek, bunun için ihtiyaç duyulacak para 207 milyar dolar. Hem dış borcu ödeyip hem de cari işlemler açığını finanse edebilmeniz için 207 milyar doların 270 milyar dolara çıkması lazım. Yani 1 yıl içinde 270 milyar dolar para bulmanız gerekiyor. Neden gidip el etek öpüyor? Neden düne kadar şerefsiz dediklerinin saraylarına gidip "ya biz ettik, sen etme, ne olursun bize para ver" diye dilenenlerin arkasındaki gerçek bu değerli arkadaşlarım.

Bütün bunlara rağmen, hani olur da bu kadar borç olur ama Merkez Bankasında da 300 milyar dolar paranız olur. Yok, Merkez Bankasının rezervi de eksi 48 milyar dolar.

Bunun yanında kur korumalı mevduat var; bu yıl ve geçen yıl 117 milyar lira para ödendi kur korumalı mevduat sahiplerine. Bunlar hem vergi ödemeyecekler hem paraları dolar bazında garanti altında. Türk Lirası'na güven tamamen kaybolmuş vaziyete, yani ticari çöküş. Çünkü bankada hesabı olanların yüzde 67'si dolar üzerinden, döviz üzerinden tutuyor parasını.

Öyle bir noktaya geldi ki, burayı dinlemenizi isterim; televizyonları başında izleyenlerin de büyük bir dikkatle izlemelerini isterim. Türkiye'nin hangi noktaya geldiğini üç görüşle ifade edeceğim.

Bir; diyor ki Türkiye: Sana borcumun anaparasını ödeyemiyorum, param yok. Sana anaparayı ödemek için bana borç ver. İki; senden aldığım borcun faizini de ödemiyorum, param yok; anapara dışında faizini de ödemem için bana borç para ver. Üç; ayrıca bütçe de açığım var, bu açığı kapatmam içinde bana borç para ver...

Lozan dedik, Rahmetli İsmet İnönü dedik, Lord Curzon'un "Geleceksin Türkiye'yi imar etmek için borç içindesin, fakir fukara bir ülkesin; ben o zaman cebime koyduklarımı tek tek senin önüne koyacağım..." Türkiye'nin geldiği nokta budur değerli arkadaşlarım.

Vatandaş icra dairelerinde, oradan da bir rakam vereyim. Geçen yıl 1 Ocak'la 22 Temmuz arasında geçen yılla aynı döneme baktığımızda icra dosyalarındaki artış yüzde 63. Felaket bir durumda, insanlar icradan kaçınmak için adreslerini de değiştiriyorlar ve vatandaş maalesef borç batağında. Şimdi hükümet kuruldu, tek kişilik hükümet geldi, yetkiyi aldı ve bu tabloyu değiştirmek istiyor. Bir; ne yapmam lazım diyor? Yeni vergiler getirmem lazım diyor. Mükerrer vergiler dahil, biz Motorlu Taşıtlar Vergisi dolayısıyla Anayasa Mahkemesi'ne başvurduk. Umarız kısa süre içinde karar verirler. Motorlu Taşıtlar Vergisi'ni getirdi, bazı vergileri getirdi ve insafsız zamlar... İki şey; vergi ve zam... Onun dışında bir şey yapılmadı. Bunun için Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bir ek bütçe getirdiler, 1.1 trilyon liralık bir bütçe.

Saygın bir yatırım kuruluşu var. Bu, bütçede bir hesaplama yapıyor ve diyor ki: Zamlar ve ek vergilerden gelecek paranın tutarı 265 milyar liradır. Yani vergiler geldi, zamlar da geldi, buradan hükümet 265 milyar lira bir gelir elde edecek. Oysa mayıstan hazirana, yani 1 ayda mayıstan hazirana devletin borcu tam 900 milyar lira attı. Kanun çıkarıyorsunuz gelir elde etmek için 265 milyar lira, mayıstan hazirana dövizdeki oynama nedeniyle devletin borcu 900 milyar lira arttı. Devletin yönetilmediğini hepimiz artık biliyoruz, Mısır'daki sağır sultan da biliyor, bize borç para vermek isteyenler de bu gerçeği biliyor. Hiç kimse parasını çöpe atar mı? Hiç kimse parasının batmasını ister mi? O nedenle diyorlar ki: "Limanları vereceksin bana, orayı ben çalıştıracağım. Arsaları, arazileri vereceksin bana, ben çalıştıracağım; kârlı fabrikaların var, onları vereceksin, bana ben çalıştıracağım, o zaman sana borç veririm" diyor. "Niye sana borç vereyim" diyor.

Değerli arkadaşlar, bu devleti yönetememenin gerçek bir tablosudur, geldiğimiz nokta budur. Açıkça ifade etmek gerekirse akaryakıt zamları vatandaşın cebinden çalınan paradır. Bu gerçeği hiç kimsenin unutmaması lazım. O nedenle biz yapılan uygulamayı bir ekonomik soykırım olarak tanımlıyoruz. Bir avuç kişiyi zengin etmek, 85 milyonu bir avuç kişiye hizmet eder hale getirmek bizim kabul edeceğimiz bir olay değildir. 85 milyonu siz perişan ediyorsunuz zamlarla ve vergilerle; bir avuç kişiye para aktarmak için. Dikkat ederseniz alınan önlemler arasında saray harcamaları dolayısıyla bir israf genelgesi yok. Sarayda her şey mükemmel, her şey mükemmel, hiç bir sorun yok sarayda... Dolayısıyla sarayın itibarı denilerek, israfı sarayın itibarı olarak gördüğünüzde bir israf genelgesi saray için asla çıkaramazsınız.

Değerli arkadaşlarım; hiç kimse biriktirdiği veya çaldığı servetin esiri olmamalıdır. Biriktirdiğiniz ve çaldığınız servetin esiriyseniz siz ülkeyi yönetemezsiniz. Çaldıkları ve biriktirdikleri servetler var, o servetlerin büyük bir kısmı yurtdışında ve şimdi bunlar ülkeyi yönetiyorlar. O nedenle ülke bu durumda değerli arkadaşlarım.

Soru şu: Bütün bunların karşılığına baktığımızda Erdoğan hükümeti kimlere hizmet ediyor? Vatandaşa hizmet etmediği gayet açık, zamlardan, vergilerden zaten belli. O zaman kime hizmet ediyor hükümet? Saydım, bir daha sayayım: Dolarla ihale alanlara hizmet ediyor. Dolarla ihale alıyorsanız mesele yok. Bu hizmetin neden olduğunu da birazdan anlatacağım size.

İki; dolarla fiyat garantisi alanlara da hizmet ediliyor. Bakın buradan bir örnek vereyim değerli arkadaşlarım, bu örneği de gittiğiniz her yerde, her toplantıda lütfen anlatın. Osmangazi Köprüsü, maliyetini Japonlar açıkladılar 1 milyar 200 milyon dolar. Osmangazi Köprüsü'nü yapıyorsunuz, 1 milyar 200 milyon dolara mal oluyor. 7 yılda bu köprüye 4 milyar 600 milyon dolar para ödendi. 1 milyara yapıyorsunuz, 7 yılda 4 milyar dolar para ödüyorsunuz, ayrıca 2035 yılına kadarda ödeyeceksiniz. Bu bir soygun değil midir? Hangi ülkenin hukuk sistemi böyle bir soyguna evet der? Sözleşmeler gizli olduğu için bir şey yapılamıyor ama tam bir soygun var. Neden zam, neden vergi?.. Bunlar paralarını istiyorlar. Dolar bazında bana para vereceksin diyor, vermezsen olmaz diyor.

Değerli arkadaşlarım; üçüncüsü dolarla devlete borç verenler. Bunlar da tabii paralarının karşılığını dolar olarak, artı ana parayı, artı faizlerini de dolar olarak alıyorlar. Kur korumalı mevduata az önce söyledim 117,5 milyar liralık bir para ödendi şu ana kadar, bundan sonra artarak devam edecek. Ayrıca yurt dışından aldıkları krediler var özel sektörün. Yurtdışından aldığı bazılarının krediler var, o kredilere verilen hazine garantisi var. Çünkü yurt dışındaki borç para verenler firmaya güvenmiyor. Sana borç para vereceğim ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hazinesinin garanti vermesi lazım; o garantiyle veriliyor bunlara. Değerli arkadaşlarım; başkasının kefaletini hazinenin sırtına yıkıyorsunuz, bu da bizim ülkemize ilklerden birisidir. Bütün bunların yanında yurt dışındaki enflasyonunda getirip 85 milyonun sırtına yıkıyorsunuz.

Şimdi bu tabloda şunu görüyoruz: 2 farklı Türkiye var, bunu da lütfen hafızanızın bir yerinde sağlam tutun. İki farklı Türkiye var; sarayın Türkiye'si, vatandaşın Türkiye'si. Bir sarayın Türkiye'si var, bir de vatandaşın Türkiye'si var.

Sarayın Türkiye'sine bakalım, kimler var burada? Erdoğan ailesi var, en başat aktör Erdoğan ailesi. Beşli çeteler var sarayın Türkiye'sinde. 4-5 yerden aylık gelir, maaş alanlar var, ihale takipçileri var, rüşvet alan büyükelçiler var, ayda 10 bin dolar rüşvet alan siyasetçiler var ve rüşveti meşrulaştıranların tamamı sarayın Türkiye'sinde... Sarayın Türkiye'sinde yaşayanların kira parası, kira derdi diye hiçbir şey yok. Sarayın Türkiye'sinde yaşayanların elektrik parası, doğalgaz parası, efendim yakıt parası diye bir şey yok, su parası diye bir dertleri yok. Sarayın Türkiye'sinde mutfak masrafı diye en ufak bir şey yok. Sarayın Türkiye'sinde yol parası yok, efendim masraf yok, okul masrafı, kırtasiye masrafı, eğitim masrafı yok ve daha da önemlisi sarayın Türkiye'sinde asla ve asla işsizlik yok. Herkes malı götürmekle meşgul. Saray'ın Türkiye'si bu... Bir avuç ve 85 milyon buraya çalışıyor ve sarayın Türkiye'si her türlü israfın kaynağı.

Bütün bunları anlatıyorum, sarayın Türkiye'sinde oturanlar vatandaşın kanına ekmek doğrayanlardır, onların alın terini sömürenlerdir. Bunu da gittiğiniz her yerde rahatlıkla anlatabilirsiniz. Ev sahibiyle kiracı arasında kavgalar oldu, cinayetler işlendi. İktidar sahipleri gördüler mi kiralardaki artışları? Görmediler. Çünkü sarayın Türkiye'sinde kira artışı yok, kira yok yani... Kiranın olmadığı yerde siz kiracının derdini nasıl düşünebilirsiniz? Mutfak masrafı yoksa pazardaki yangını nasıl görebilirsiniz?

Değerli arkadaşlarım; vatandaşın Türkiye'sini hepiniz biliyorsunuz. Vatandaşın Türkiye'sinde esnaf var, taksici var, otobüs şoförü var, asgari ücretli var, memuru var, emeklisi var, sanayicisi var, düzgün çalışan insanları var, milyonlarca işsizleri var, hepsi var... Bunlar da vatandaşın Türkiye'si. Burada kira var, kiralar sürekli artıyor; elektrik, su, doğalgaz fiyatları var, sürekli artıyor. Okul, kırtasiye şimdi açılacak, o zaman bir başka yangını hep birlikte göreceğiz. Mutfaklarda yangının olduğunu vatandaşın Türkiye'si görüyor. Vatandaşın Türkiye'si, sarayın Türkiye'sine çalışıyorum.

Bazen vatandaşlar şöyle derler: Ya tamam biz zaten bunları yaşıyoruz da siz ne yapacaksınız? Neyi öneriyorsunuz siz? Bir; söyledik, bir daha söyleyeyim: Bir sefer eğer siz devletin hazinesini düzeltmek istiyorsanız, bu soygun düzenine son vereceksiniz. Akıl var, mantık var, bilgi var, ekonomi var, adalet var; dolarla verdiğin garantilerin tamamını Türk Lirası'na çevireceksin kardeşim bu kadar açık, bu kadar açık... Köprüden dolarla geçeceksin... Ya niye köprüden dolarla geçiyorsun?

Parantez içinde Bahçeli'ye bir gönderme yapalım: Benim bildiğim milliyetçiler Türk Lirası öder, yani dolarla niye oluyor bunlar? Değil mi? O zaman yapacaksın. Köprü geçişleri niye dolarla oluyor? Türk Lirası olacak arkadaşlar. "Bunları Türk Lirası'na çevirdiğinizde uluslararası mahkemeye giderler ve oradan kazanırlar." Öyle diyorlardı , onu da inceledik arkadaşlar; hiçbir hukuk sistemi bir devletin soyulmasına evet dememiştir. Geçmişte başka ülkelerde benzer olaylar yaşanmış, gidilmiş uluslararası mahkemeye, uluslararası mahkeme demiş ki: "Bu bir soygun düzeni. Soygun düzenine biz nasıl evet diyelim?" Ama bunu yapmıyorlar, yapamıyorlar...

Tasarruf yapacaksan vatandaştan değil, saraydan başlayacaksın. Genelge çıkaracaksan saraydan çıkaracaksın ki vatandaş emin olacak. Evet, bu ülkede gerçek anlamda tasarruf yapılıyor. Bu ülkede gerçek anlamda Türk Lirası değer kazanacak. Türk Lirası dolar karşısında ezilmeyecek. Bunları yapacaksınız, dolar garantilerin tamamını Türk Lirası'na, fiyatların tamamını da Türk Lirası'na çevireceksiniz.

Değerli arkadaşlarım; bütün bunların temelinde adaletsizlik yatıyor. Adaleti dağıtan organın adına da biz mahkeme diyoruz. Hakim hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre karar verir. Gazeteci Barış Terkoğlu, ki medya dünyasının saygın Barışlarından birisidir. İki Barış var, ikisi de son derece saygın ve ikisi de Türkiye gerçeklerine belgeleriyle, dokümanlarıyla her zaman katkı vermişlerdir ve o gerçekleri topluma aktarmışlardır.

Barış Terkoğlu, 10 Temmuz'da bir yazı yazdı Cumhuriyet Gazetesi'nde. Yargıdaki bozulmayı anlattı ve o yazı karşısında bekledi ki Adalet Bakanlığı'ndan veya Hakimler Savcılar Kurulu'ndan bir açıklama gelir, "ya böyle bir şey yoktur" denir. Ama bu çok önemli bir yazı ve bu yazı şu anda adeta sahipsiz. Şimdi bu yazıda yazılanları soru haline getirdim; Sayın Özel, bu soruları arkadaşlar alsınlar, bir sorsunlar bakalım. Sorular şu:

Önceki Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Hakimler Savcılar Kurulu 1. Daire Başkanı Halil Koç ve Adalet Bakan Yardımcısı Hasan Yılmaz, seçimlerden önce nisan ayında İstanbul 10. Ticaret Mahkemesi Başkanı Ramazan Acar'ı Ankara'ya kendisiyle görüşmek üzere çağırdılar mı, çağırmadı mı? Bu birinci sorumuz.

Soru 2: Ankara'da yapılan görüşmede Halil Koç ve Hasan Yılmaz Mahkeme Başkanı Ramazan Acar'ı tehdit etti mi, etmedi mi? Tehdit gerekçesi de şu: Elinde bir dava var, davanın mutlak bir şekilde firma lehine sonuçlanması lazım. Öyle diyorlar; davanın mutlak firma lehine sonuçlanması lazım. "O yüzden 3 Mayıs'taki duruşmada mutlaka karar vermenizi istiyoruz. Dava dosyasının karar aşamasına gelmemiş olmasının hiçbir önemi yok" diyor. "Sen karar ver, gerisini bize bırak" diyorlar. Allah aşkına ya; nasıl bir anlayıştır, nasıl bir hukuk anlayışıdır, nasıl bir yağma düzenidir, nasıl bir soygun düzenidir ve bu soygun düzeninin arkasında bazı hakimler durur, Adalet Bakanlığı durur?..

Soru 3: Yine aynı şekilde ilgili firma lehine karar verilmesi için İstanbul Adalet Komisyonu Başkanı Okan Albayrak, İstanbul 10. Ticaret Mahkemesi başkan ve üyelerine baskıda bulundu mu, bulunmadı mı? Kendileri yapıyorlar, bir de ayrıca İstanbul'dan da o mahkemeye baskılar yapıyorlar.

Soru 4: Yeni Adalet Bakanının atanmasına 1 gün kala, tam 1 gün kala, 1 Haziran 2023 tarihinde Adalet Bakan Yardımcısı Hasan Yılmaz, Hakimler Savcılar Kurulu 1. Dairesine gidip davanın mutlak bir şekilde firma lehine sonuçlanması gerektiğini, mahkeme heyetinin arıza çıkartarak duruşmayı ertelettiğini söyleyerek, heyetteki arıza çıkaranların yerine yeni heyet atanması gerektiğini söyledi mi, söylemedi mi? "Ya bunlar arıza çıkarıyorlar; bunları atın, bizim dediklerimizi yapanları buraya getirin."

Soru 5: 3 Mayıs 2023. Bu duruşmada bütün baskılara rağmen karar verilmemiş olması nedeniyle hakime baskı yapıyorlar. Hakim vicdanlı bir insan, hakim namuslu bir insan, hakim iradesini satmayan bir insan, hakim iradesini sarayın emrine ipoteği vermemiş bir insan, Adalet Bakanlığına vermemiş bir insan... Hakim hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre karar veriyor, diyor ki: "Daha henüz dosya tamamlanmadı, karar vermiyorum." Mahkeme başkanı ve üyesi talepleri de olmamasına rağmen kararname öncesi alelacele başka mahkemelere sürüldü mü, sürülmedi mi? Kararname dışı yerlerine başka hakimler atandı mı atanmadı mı?

Soru 6: İstanbul 10. Ticaret Mahkemesi'ne yeni atanan hakimler, istenen şekilde firma lehine karar verdi mi, vermedi mi? Vicdanı olan, ahlakı, erdemi olan, namusu olan herkese soruyorum: Bu kadar büyük bir olayı 21'inci Yüzyıl'ın Türkiye'sinde nasıl görmezden gelebiliriz? Yargının çürüdüğü bir ortamı bu kadar somut anlatan başka bir örnek var mıdır? Çağırıyorsun, tehdit ediyorsun, "karar vereceksin" diyorsun. "Ya dosya tamam değil" diyor. "Olsun, dosya tamam olmasa bile onların istediği firma lehine karar vereceksin" diyor.

Bunlar bedava mı yapılıyor? Bedava mı yapılıyor bunlar? Eğer rüşvet yargıya kadar gittiyse, Hakimler Savcılar Kurulu bütün bu hukuksuzlukların ve adaletsizliklerin kaynağı haline gelmişse Türkiye'de hiçbir şey düzelmez; ne ekonomi, ne ahlak, ne erdem düzelmez. Çürüme nerede? Açık ve net söylüyorum: Çürüme sarayda. Neron Roma'yı yaktı, Erdoğan da Türkiye'yi yakıyor!"

Bakmadan Geçme

Akajans - Bizi Sosyal Medyada Takip Edin!
WhatsApp İhbar Hattı
0546 560 34 80
ÇEKİN, GÖNDERİN, YAYINLAYALIM!